Bithynia’nın Sınırları
Bithynia Anadolu eski araştırmalarındaki ilgi çekici noktalardan biridir. Haritalarda verilen bilgilere dayanarak geçmiş yüzyılda Kadıköy’den İzmit’e ve oradan Karadenize kadar engin bir “ağaç denizi”nden oluşan yolun kuzeyini araştıranların iyi bir nedeni vardır. Baron von Goltz “Anadolu Seyahatleri”nde bu bilinmeyen “Ağaç denizi”nin Gebze (eski Dakibyza) şehrinin hemen güneyinde bulunan Yelken Kaya’dan başladığını etraflıca anlatmıştır.
Ağaç Denizi hakkındaki söylence, General Fischer tarafından Istanbul Boğazı’ndan Sakarya Nehri’ne kadar olan bölge hakkında hazırladığı taslak 1844 tarihli ilk Kiepert haritasına aktarılmıştır ki Fischer’in “Ağaç Denizi” olarak kaydettiği yanılgı artık tesbit olunamamakta. Bu ifadeyi bekli de kılavuzlarının ya da koruyucularından birine borçludur. Von Goltz’un da tahmin ettiği gibi eski kaynakların yanlış anlaşılma olasılığını daima göz önünde bulundurmak gerekir. Von Goltz’un çalışmaları Boğaz ve Riva deresi arasını ve İstanbul civarının 1:100.000 ölçekli haritasındaki coğrafi görünümleri kapsamaktadır. Bu geziler Tuzla ve Gebze’nin kuzeyini içerir.
- Endriss, Bithynia yarımadası florasına ait detaylar vermiştir, ancak Küçük Asya’ya geçiş yolu bulmak için yarımadanın güneyindeki Kavimler Yolu’nu takip eden gezginlerin gözlemlerinde Bithynia yarımadası tarihi anıtlarına ait bir araştırma ne yazık ki bulunmamaktadır. E.Boré’nin bir yüzyıl önce yaptığı gezilerde ise Karadeniz sahil şeridi hakkında az da olsa bilgi vardır.
Roma döneminde sürekli sınırları değiştirilen Bithynia eyaleti, yönetsel sorunlar nedeniyle sıklıkla Pontus eyaleti ile birlikte yönetildi. İmparator Traianus döneminde bu birleşik eyalete vali atanan meşhur Genç Plinius’un imparatorla yazışmaları Roma devletinin taşra eyaletleri yönetimi hakkında eşsiz bilgiler sunmaktadır. Daha sonraki yüzyıllarda hatta günümüzde bile tartışılan İzmit Körfezi-Sapanca-Sakarya-Karadeniz su yolunu krallık dönemindeki çabadan sonra ilk kez Plinius gündeme getirmiş ancak o da gerçekleştirememişti.
Strabon, Bithynler ve Mariandynler arasındaki kesin sınırı koyarken yeni duyulan bir halk olan Kaukonları belirtmiştir. Bithynia’nın batısındaki Mysia’yı, doğudaki Tium kentini ve Billis ırmağını yazmıştır. Dediğine göre, bütün Karadeniz’in sağ kıyısı Kolkhis’den Ereğli’ye kadar hep Mithridates’e bağlı olmuşlardı. Fakat bu şehrin ötesinden Karadeniz ağzına ve Kadıköy’e kadar olan yerler, Bithynia kralının yönetimi altındaydı. Bu ülkelerin krallarının düşüşünden sonra Romalılar, Karadeniz Ereğlisi Pontos’a dahil olmak üzere aynı sınırı korudular; fakat bu kentten ötesi Bithynia’nın idi. Pytholemeus‘un tarifi ise farklıdır. Onun kaydına göre, Bithynia güney tarafından Orhaneli çayı sınıra kadarki hayali çizgiyle belirli olan asıl Asya ile doğuda ise belirtilen sınırdan Kitorus nehrine kadarki çizgi gereğince Galatya ve Paflagonya ile sınırlıdır. Bundan böyle eski Bithynia’yı inceleyen ne kadar yeni yazar varsa, doğu tarafta Parthenius’u (Bartın Çayı) sınır olarak belirlemek üzere Bizanslı Stephanos ile Arrianus’un tariflerini kabul etmede görüş birliğine varmışlardır. Güney sınırı ise Karadeniz kıyısına aşağı yukarı paralel olan ve kolları Paflagonya içerileri ile Pontus sahasına ve Halys nehrine (Kızılırmak) kadar giden Uludağ silsilesi ile çevrilidir.
Romalı ünlü şair Horacius, dizelerinde, Bithynia teknelerinden söz ederken Bithynia denizinden (İzmit Körfezi) de oldukça uzun ve kırışık bir girinti şeklinde bahseder. Bu aslında Kuzey Anadolu kıyı dağlarının Kdz. Ereğli’den başlamak üzere Bithynia’da alçalarak, Adapazarı’nı iki yandan çevreleyecek şekilde iki sıra halinde devam etmeleri ve aralarındaki Sapanca Gölü çukurunun İzmit’e doğru uzanması ve burada körfez çukurunu oluşturmasının şiirsel bir anlatımıdır. Nikomedia körfezinin güney kıyısı boyunca uzanan ve batıda Bozburun sonlanan Argantus (Samanlı) dağları antik dönemlerde vahşi hayvanların yatağı idi. Mudanya tepeleri o denli yüksek değildir ancak Uludağ (Olympos) 2500 metreye kadar yükselir.
Salluste, Bithynia bölgesinin Bebrigia adında sonra Mygdonia adını taşıdığını söyler. Plinius ise doğudaki Billis ile batıdaki Rhebas ırmakları arasında Callichorus adlı bir üçüncü ırmak ve Herakleia yakınında Acone limanının bulunduğunu belirtir. Scynnus da kendinden önce hiç bir yazarın bahsetmediği Prusias kentini Hypius ırmağı kıyısına yerleştirir. Heraklea ve Parthenius’u (Bartın) aşağı Sakarya bölgesine konumlandırır.
- yüzyıla doğru II. Theodosius, Bithyna’dan geniş bir yer ayırarak orada özel bir yönetim oluşturup, amcası Honorius’un adından esinlenerek Honoriade adını verdi. Herecleia (Kdz. Ereğli) yeni eyaletin başkenti ünvanını aldı ve eyalet valisinin karargahı oldu.
Bithynia’da rastlanan antik yapıların nerdeyse tamamı Roma dönemine aittir. Bizans hükümdarlarının dayanıklı olmaktan çok, bir an evvel bitmek ve yararlanmak amacıyla çabucak yaptıkları yapıların neredeyse hepsi, savaşlar, depremler veya yeni bir yönetimin yenilemesi sebepleriyle tahrip oldu. Günden güne daha da azalan bu eski zamanların dağınık kalıntıları, onlara saygıyla bakan tarihçilerin gözünde, parlak bir dönemin son tanıkları olarak daha çok değer kazandılar.
Öte yandan, İmparatorluk döneminde Bithynia’da rastlanan Thrak-Bithyn kişi adlarının da ispatladığı üzere, Bithyn kavmi varlığını uzun süre güçlü bir şekilde koruyabilmiştir.
Romalılar’ın yönetimi altında iken Bithynia’nın sınırı yukarıda da söz ettiğimiz üzere biraz değişmişti. Strabon’un dediğine göre, bütün kıyı Karadeniz’in sağ taraf kısmı, Kolhis’den Ereğli’ye kadar hep Mithridates’e bağlı olmuşlardı. Fakat bu şehrin ötesinden Karadeniz ağzına ve Kadıköy’e kadar olan yerler, Bithynia kralının yönetimi altındaydı. Bu ülkelerin krallarının düşüşünden sonra Romalılar, Karadeniz Ereğlisi Pontos’a ait olmak üzere aynı sınırı korudular; fakat bu şehirden ötesi Bithynia’nın idi. Pitolemeus‘un tarifi de farklıdır. Onun kaydına göre, Bithynia güney tarafından Orhaneli çayı sınıra kadarki hayali çizgiyle belirli-asıl Asya, doğuda belirtilen sınırdan Kitorus nehrine kadarki çizgi gereğince Galatya ve Paflagonya ile sınırlıdır. Bundan böyle eski Bithynia’yı inceleyen ne kadar yeni yazar varsa, doğu tarafından Parthenius sınırını belirlemek için Bizanslı Stephanos ile Arrianus’un tariflerini kabul etmede görüş birliğine varmışlardır. Güney sınırı ise Karadeniz kıyısına aşağı yukarı paralel olan ve kolları Paflagonya içerileri ile Pontus sahasına ve Kızılırmak/Halys nehrine kadar giden Uludağ silsilesi ile çevrilidir.
Bithynia’nın tabii sınırları içinde kalan akarsular: Sangarios (Sakarya), Billieus, Hypios (Mengen), Eleata ve Gallaus’dur. Sangarios’un kaynağı Sivrihisar yakınlarındaki Sangia köyü idi. Billieus (Filyos) çayı Herakleia Pontika (Kdz. Ereğli) ile Tieion (Hisarönü) arasında, Tieion’a daha yakın yerde Pontus Euxinos’a (Karadeniz) dökülmektedir.
Hypios veya Hypius denilen bugünkü Melen Çayı da kaynaklarını, Bolu’nun kuzeyindeki dağlardan almakta, geniş bir yay çizerek, Daphnusius Gölü’nü terk ile kuzeye yönelmektedir. Dia (Akçakoca) ile Daphnusia (Kefken) Adası arasında, Sangarios’un doğusunda denizle birleşmektedir. Bu akarsular bol sulu olup, düzenli akışlarını hemen her mevsim yağmakta olan yağmura borçludur. Nikomedia Körfezinden doğuya doğru uzanan dağlar, Bithynia Olympusları olarak bilinmektedir. Bithynia’yı boydan boya katetmekte ve Paphlagonia’da Olygasus Sıradağları ile birleşmektedir. Bu dağlar arasında oldukça verimli vadiler ve ovalar bulunmaktadır. Nikomedia (İzmit), Sophon (Sapanca), Tarsia (Tersiye), Lateas, Hypios (melen), Salone (Bolu yakınları) ve Krateia (Gerede) ovaları örnek verilebilir.
Akarsular Tarsia (Adapazarı Tersiye), Hypios ve hatta Salone Ovasında bataklıklara sebebiyet vermiştir. Pontus Euxinos ile Sangarios arasındaki kuzey güney kesitinde, deniz, orman ve bozkır bulunmaktadır. Nikomedia ile Paphlogonia arasında ise gittikçe yükselen ovalar bir birini takip etmektedir. Krateia’da (Gerede) ise orman örtüsü azalmaktadır. Bithynia’nın ilk ve orta çağdaki meşhur yerleşme yerleri Nikomedia, Sophon, Tarsia, Demetrium, Lateas Prusias, Bithynion, Krateia, Gallikanon, Dablis, Kabaia, Modrene sahilde ise Apamea, Khalkedon, Thynia, Dia ve Herakleia Pontika’dır.
Bithynia’nın Karadeniz kıyısında beş adası bulunmakta olup bunlardan iki tanesi Cyaneae olarak adlandırılırlar. Nikomedia yakınlarında Ascanias ve Thynias gölü bulunur. Brama kentinde de bir göl vardır. İki büyük merkez Khalkedon ve Nikomedia’ya ondört kent ve bir çok emporium (ticari iskele, liman) bağlıdır.
Bosphorus – Bithynia İlişkileri
Roma imparatorluğu ve Kırım-Bosphorus krallığı arasındaki bağımlılık ilişkisi Bithynia-Pontus eyaleti aracılığı ile sağlanıyordu. M. Rostovtzeff, Bithynia eyaleti ve Bosphorus Krallığı arasındaki sosyal, diplomatik ve ekonomik ilişkiler hakkında bir makale yazdı, eksik olan askeri ilişkileri de M. P. Speidel ve D. H. French’in Karadeniz’in kuzeyindeki askeri bilgileri içeren makaleleri ile tamamlandı.
Roma’nın uydusu olması sebebiyle, doğal olarak krallıkta Roma birlikleri bulunmuyordu. Ancak II. yy.’da olduğu gibi Bosphorus’a bir garnizon gitti ise de bu kralı, dolayısıyla Roma hegemonyasını korumak içindi.
Sinop’ta bulunan Cypria’lı (Kıbrıs) bir cohorte (piyade) askerinin Julius-Claudius dönemine tarihlenen bir mezar taşı diğer noktalarda olduğu gibi Bosphorus’un askeri açıdan da Bithynia’ya bağlı olduğunu şüpheye yer bırakmadan ispatlıyordu.
Dolayısıyla, Bosphorus garnizonu Bithynia-Pontus eyaletindeki iki yardımcı piyade birliğinden çekip alınmıştı. Böylece Speidel ve French 1902 yılında Rostovtzeff’in sorduğu, neden Karadeniz’in kuzeyindeki diğer kentlerde olduğu gibi Kırım’daki Pantikapaion’da lejyonlar yok sorusunu yanıtlamış oluyorlardı.
Tüm diğer korunan devletler gibi Bosphorus yıllık haraç ödemek zorundaydı ve bir elçi heyeti ile Bithynia’ya getiriliyordu.
Traianus’un 111-112 Part seferi esnasında Karadeniz’in güney kıyılarını da yönetmekte olan Bithynia valisi Genç Plinius, şüphesiz ki Kırım-Bosphorus krallığı ile olan ilişkilerle de meşgul idi.
Nikomedia’nın Konumu
Büyük Plinius, eserinde Nikomedia’yı Roma’nın da bulunduğu 6. bölgeye koyar. Burada geniş bir yelpaze var ama en uzun gündüz süresini 15 1/9 veya 15 1/5 saat olarak veriyor.
Coğrafyacı Ptolemaios’a göre Nikomedia 57 30’ doğu, 42 30’ kuzey konumdadır. 15 saatlik en uzun bir gündüz süresi var. Mısırdaki İskenderiye boylamından ¼ batıya kayıktır. 56 ¼ veya 56 ¾ doğudur.
Petermans’a göreyse, gerçek konum 29 55 ½ ferro (günümüz Greenwich 47 ½) doğu’dur. (manyetik pusulaya göre)
Nikomedia, çok verimli, yoğun meyve bahçeleri ve tarım alanları olan bir çevreye sahiptir. Karşısında bulunan Astakos olasılıkla sağlıksız bir yerleşimdi. Her iki yerleşim çok yakın olduğundan sağlık koşulları Nikomedia için de farklı olmasa gerek.
Büyük Plinius, Nikomedia karşısındaki Demonessos (İstanbul adaları)’ndan söz ediyor. Nikomedia, Nikaia ile benzer konuma sahip. Fakat Nikomedia iki yönden üstün. Birincisi Avrupaya yakındır. Ravenna Coğrafyacılarına göre, Bithyniadaki Nikomedia, Asya’yı Avrupadan ayırır. Böylece Byzantion’dan başlayan yol Asyaya giderken Nikomedia dan geçmek zorunda idi. Bu durum, Byzantion başkent olduktan sonra da geçerlidir.
Körfez çukuru Sapanca gölüne doğru Sakarya nehri ile yumuşak bağlantı kurar. Astakenos (İzmit Körfezi)’nin dar oluşu, denizden gelebilecek saldırıları önleme olanağı sağlıyordu.
Öte yandan Nikomedia, tektonik bir çukur çöküntüsünün kenarında olma şansızlığına da sahipti ve belirtildiği gibi ağır depremlerden tahrip olmuştu.
Nikomedia’nın geniş arazisi vardı ve doğuda Sakarya’ya kadar uzanıyordu. Genç Plinius’a göre Sapanca gölü “in Nicomedensium finibus” yani “Nikomedia’nın ucunda” bulunuyordu”.
Belki Sakarya, Prusias ad Hypium (Melen Prusias’ı – Konuralp) ile sınırdaş idi ama Nikomedia, güneyden Nikaia ile sınırdaş idi, denemez. Fakat olasılıkla Drepanon-Hellenopolis (Altınova-Hersek), Nikomedia’ya ait idi. Basilinopolis (Kızderbent) ise Nikaia’nın idi. Sınırın Astakos ile Kios (İzmit ile Gemlik) Körfezleri arasında yo alan akarsu’dan (Karasu-Kaytazdere) geçtiği kabul edilebilir.
Nikomedia, batıda Kalkhedon (Kadıköy) ile komşuydu, zira Libyssa (Gebze doğusu) Nikomedia’ya bağlı idi. “Hannibal Nikomedia sınırındaki Libyssa civarında gömülüdür”. Da Kibyza (Gebze) ile Pantikhion (Pendik) ise Kalkhedon’a (Kadıköy) bağlıdır.
Nikomedia’nın batı sınırı Tuzla’da Yelkenkaya’ya (Promontorium Levkatas : Levkatas Burnu) kadar uzanıyor. Böylelikle Astakos körfezinin Nikomedia’ya ait olduğu anlaşılıyor.
Kome Desanon (Kandıra çevresinde bir köy) Nikomedia’ya ait. Böylece arazinin Karadenize kadar uzandığı kanıtlanıyor.
Nikomedia Adının çeşitli yazılışları
Roma döneminde en sıklıkla görüldüğü şekli ile Nikomedia’nın ad biçimlenmesinde ayrılıklar birinci ve son hece olan (i) sesinde görünüyor. Nikomedia’ya ait 450 adet sikke, Recueil adlı yayında topluca bulunmakta olup bütün isim değişiklikleri sikkeler üstündeki yazılarda izlenebilir.
Neikomedia ve Nikomedia yazımı az görülüyor, özellikle Antoninus-Commodus dönemleri arasında rastlanıyor. Ethnikon yani topluluk bildiren biçimlerde “Ni” hecesi daha sık, oysa kent adı olarak kullanıldığı durumlarda son hece “ei”dir. Nikomedeia ve Nikomedeus biçimine çok raslanıyor. Kent adının bütün biçimleri aynı zamanda kullanılmış. “Neikomedia” gibi “Nei” hecesi ile başlayanlar ise zamanla kullanımdan düşmüş. Yalnızca Severus Alexander dönemi başında D.A. Philippus’un karısı Otacilia’nın bir sikkesinde bir kez görülmektedir. Gallienus-Salonina sonrası sikkelerde tekrar ortaya çıkmakta. Bu durum Grekçe yazı ve yazarlarında da görülüyor. Ethnikon yani topluluk bildiren N(e)ikomedissa ise dişil olarak geçiyor. Bir Mısır Kralına ait olduğu kabul edilen mezarın üstündeki Nekomedeus biçimi de ayrıca ilginçtir.
“Nei”kaia kent adında olduğu gibi “Nei”komedeia yazımı yazıtlarda geçiyor. 85 yazıttan 49 tanesi “Nei” ile başlıyor, 36 tanesi “Ni” ile. Fakat “Ni”li yazımı, daha çok tarihçiler kullanmış. Nekomedeus ve Neikomedia yazımına yalnızca birer kez rastlanmakta.
Bir kent adından öteye, bölge olarak ele aldığımızda ise Nikomedeia’yı şu şekillerde görüyoruz: Nikomedeios, Nikomedeiasios, Nikomedis. Latince metin ve sikkelerde ise, Nicomedia, Nicomed(i)ensis, Nicomedisse , Nichomedia olarak geçmektedir.
Anadolu’da Roma Egemenliğinin Başlangıcı ve Anadolu Eyaletleri
Roma eyaletleri (provincia), imparatorluğun İtalyan yarımadası dışında sahip olunan yabancı topraklardaki idari açıdan en büyük birimleridir. Eyaletler, senato düzeyinde genellikle eski konsül ya da eski praetor olan politikacılarla yönetiliyordu. Cumhuriyet döneminde, geleceğin yöneticileri yılbaşında kura ya da doğrudan belirleme yöntemi ile saptanıp bir yıllığına eyalet valisi olarak atanıyordu. Doğal olarak barbar saldırılarının beklendiği ya da iç ayaklanma tehlikesi bulunan eyaletler büyük prestij ve deneyim sahibi eski konsüllere veriliyordu. Lejyonların eyaletlere dağılımı da aynı şekilde içerdikleri olası tehlike ile doğrudan bağlantılı idi.
Eyaletlerin sayı ve genişlikleri de Roma iç politikasına göre değişebiliyordu. Örneğin İmparatorluk döneminde büyük ve garnizon sayısı çok olan eyaletler, eyalet valisinin imparatorluğa özenecek kadar elinde gereğinden çok güç bulundurmaması için daha küçük eyaletlere bölündüğü de olmuştur. Cumhuriyet dönemini sona erdiren İç Savaşlar sonrasında ise gücü tekrar eline geçiren Avgustus, kimi eyalet yönetimlerinin yüksek askeri ve idari mevkilerinin atamalarını kendi yapmıştı. Böylece, genellikle sınırlardaki stratejik eyaletler imparatora bağlanmışlardı.Onun ve peşinden gelenlerin bu tutumu sonucu, İmparatora bağlı eyaletler oluşmuş, diğer eyaletler ise senatoya bağlı kalarak valileri senato tarafından atanmaya devam edilmişti.
Roma’nın Doğu’ya İlgisi Artıyor
Romalılar ikinci yüzyılda Anadolu’nun işlerine oldukça diplomatik bir şekilde girmişlerdi. Roma’nın Anadolu ile ilk ilişkisi ancak İkinci İç Savaş esnasında Bergama’nın Makedonya Kralı V. Philip’e karşı Roma ile ittifak yapması ile başlar. Aynı dönem kültürel alışiverişin de başladığı dönemdir, örneğin Anadolu Kybele kültü resmen Roma’ya girer. Kısa bir süre sonra Seleukos Kralı III. Antiochos, Roma’nın Anadolu’daki büyük ölçekteki askeri yayılımına karşı koyunca sonunda İÖ 189’da “Magnesia ad Sipylum” savaşında yenilerek Apamea Barışı’nı kabul etmeye zorlanır. Bu barış, de facto olarak Roma’nın bölgede yerel düzeye kadar etkileyici hegemoniası ile sonuçlanır ve Roma, Anadolu’nun en etkin gücü olur. Seleukoslar, Anadolu’daki topraklarının nerdeyse tamamını kaybederler. Bu toprakların çoğu henüz Roma’ya bağımlı olmayan Bergama’nın eline geçer. İÖ 2. yüzyıldan itibaren Roma’nın Anadolu devletleri arasında yarattığı karışıklıklara paralel olarak ekonomik ilişkilerin yükselmesi sonucu Anadolu kentlerinde Roma ve İtalyan yurttaşlarının sayıları artar.
Anadolu’nun doğrudan kontrolü yönündeki ikinci adım, III. Attalos’un vasiyeti gereğince İÖ 133’de Bergama Krallığı’nın Romaya bağlanması ile başlar. Aslında Attalos, Bergama’nın özgür kalmaya devam edeceği bir kayıt koymuştu ve başlangıçta da Roma, sadece ülkenin zenginlikleri ile ilgilenmişti. Ancak stoacı filozoflar eşitlikçi bir devlet kurmaya kalkınca konsül Aquillius isyanı kanlı bir şekilde bastırarak Misya, Karya, Frigya ve Lidya’nın da dahil olduğu Asia eyaletini kurar.
Roma’da bile süregelen şüphelere rağmen Roma hükümranlığı genişler. Romalılar uzun bir zamandır zengin Grek ve Helenleşmiş Batı Anadolu (Ioania) topraklarından uzak durmalarına rağmen Bergama’nın miras kalması, Roma’nın ilk kez Anadolu devletlerinin işlerine doğrudan karışmasına neden olur.
İÖ 102 yılından itibaren başlayarak Romalılar, burayı üs olarak tutan korsanları bertaraf etmek için Kilikya’yı (Anadolu’nun güneydoğu kıyısı) sürekli olmak üzere ele geçirmelerine karşın kesin bir sınır da çizmediler. Hatta, birazdan göreceğimiz üzere Mithridates’in yenilmesi bile bir toprak genişlemesiyle sonuçlanmamıştı. (Gerçi bunun nedeni Sulla’nın savaşı bir önce sonladırıp İç Savaş’a dönmek istemesi idi) İÖ 101’de Anadolu’nun güney kıyılarında pusuya yatan korsanlarla savaşmak üzere kurulmuş olan Kilikya eyaleti aslında, Pamphilia ve Psidia’daki askeri bir kamp yeri olmaktan başka bir şey değildi. Kilikya kırsalında hiç bir yerleşime izin verilmemişti. İÖ 79’da ölmünden sonra Sulla’nın yapmış olduğu uygulamalar yürürlükten kaldırıldı. Sulla, yöresel yönetimi ilgili topluluklara bırakmış, vali belirli günler ve belirli yerlerdeki mahkemelere (conventus iuridicus) başkanlık etmek için eyaleti gezmiş ya da Asia eyaletinde olduğu gibi bu işi temsilcilerine (legati proconsilis) yaptırmıştır. Bu kişiler daha önce praetor’luk ya da consul’luk yapmış kişiler arasından seçilmiş ve birer yıllığına eyaletin yönetimini üstlenmişlerdir.
Bithynia’nın da İÖ 74’de IV. Nikomedes’in ölümü ile yine vasiyetle Roma’ya bağlanması sonrası İÖ 64’de Anadolu’nun büyük bir kısmı Roma’nın eline geçmiş olur. Bunların ardından Mithridates Savaşları gelir, ki bu savaşlar Roma’nın Anadolu’daki yayılmasına karşı son baş kaldırış denemesi idi. Ardından da Pompeus’un Anadolu eyaletlerini yeniden düzenlemesi geldi. Roma’nın dostu sıfatlı Bithynia’ya eski Pontus Krallığı toprakları da eklenerek belli ölçüde özerk Bithynia-Pontus eyaleti oluşturuldu. Ağırlıkla akarsu ve deniz kıyılarında yoğunlaşan bir kentleşme politikası güden Pompeus, Bithynia’da 12, Pontus’ta 11 kent kurdu. Başlangıçta küçük Pontik hükümdarlar ve tapınak-devletler, bağımsız kaldılar. Kilikya kırsalı zaten var olan Kilikya eyaletine eklendi. Pompeius düzenlemesi bir süre tam etkili olmadı. Takip eden yıllarda Bithynia-Pontus eyaletinin geniş bölgeleri yerel hükümdarlar tarafından yönetildiler. Kilikya eyaleti tamamiyle lağvedildi. Kilikya’nın büyük bir bölümü Syria, Pamphylia ve İÖ 25 yılında Galat Kralı Deiotarus’un ölümü sonrası Roma’nın eline geçmiş olan Galatia’ya dahil edilmiş Psidia’ya bağlandı. Kilikya’nın bir çok bölgesi vasallara verildi.
Roma yetkilileri tarafından bir eyalet gibi yönetilen bölgelere ek olarak, Anadolu’da barış ve istikrarı devam ettirebilmek amacı ile Roma kendine bağımlı yerel hükümdarlar aracılığıyla da politikalarını devam ettiriyordu. Bunun başlıca nedeni doğudaki Perslere karşı güvenlik endişeleri idi. Yerel hükümdarların tutarsız ihtirasları sık sık toprak değişikliklerine neden oluyor, bu da Roma eyaletlerini etkiliyordu.
Örneğin, Lucullus ve Pompeius tarafından özgürlüğü geri verilen Sinop’a İÖ 45’de Caesar tarafından Nikaia’dan (İznik) getirilen kimi koloniciler yerleştirildi. Colonia Julia Felix Sinopensis adı verilen yeni bir Roma kolonisi kuruldu ve koloni halkı, sahip oldukları topraklar ve Roma’ya karşı vergi bağımsızlıkları da dahil olmak üzere tüm haklarıyla birlikte, Roma vatandaşı olmaya devam ettiler.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Anadolu’da ilk Roma kolonileri Julius Caesar zamanında kurulmuştur. Koloniler için seçtiği yerler arasında Bithynia’da Colonia Iulia Concordia Apameia (Mudanya) ile Heracleia Pontica (Kdz. Ereğli) da bulunuyordu. Küçük Asya’daki bu Roma kentlerinin ve özellikle Bithynia ve Pontus’daki yerleşmelerin kolonistleri hakkında çok az bilgiye sahibiz. Marcus Antonius’un Parthlarla yapacağı şavaş için ihtiyacı olan çok sayıdaki askeri İtalya’dan karşılayamadığı için lejyonlara Anadolu yerlilerinden asker almıştı. İç savaş durumu sona erdiğinde mevcudu 52 lejyona çıkan askerleri yerleştirmek için yeni kentlere gereksinimi vardı. Hem veteranlara (gazilere) yer bulunacak, hem de Romalılaşmamış bölgelerde Roma dil ve uygarlığı yaygınlaştırılacak, hem de bölgenin güvenliği sağlanmış olacaktı. Bu da kolonilerin önemini gösteriyordu. Doğudaki hemen bütün caesar ve avgustus kolonileri, kıyı kolonileri idi ya da en azından kıyıya yakındı. Avgustus’dan (Octavianus) sonra bu anlamda koloni hareketi fazla değildir. İmparatorluk döneminde genellikle yaygın olan Titular Koloni tipidir. Bunlar kentlerin bünyelerini değiştirmeksizin ve oraya koloniciler göndermeden yalnızca koloni ünvanı ve koloni hukuku verilmesiyle oluşan kolonilerdir. Nikomedia’ya da Diocletianus döneminde koloni ünvanı verilecektir. Avgustus döneminde, Bithynia-Pontus Eyaleti Senato’ya bağlıydı ve Senato bir yıllığına bir prokonsül atıyordu. Avgustus, İÖ 19’da Roma’ya dönüşünde kızkardeşi Julia’nın kocası Marcus Agrippa’yı Doğu Eyaletleri’nin prokonsülü ilan etti. İÖ 16’da Agrippa, karısı ve iki oğlu bir doğu turuna çıktılar. İÖ 14’de Sinop’a geldiler.
Ancak Vespasianus döneminde bu bağımlı küçük devletler ortadan kaldırılarak birer Roma eyaletine dönüştürülebildiler. Böylece tüm Anadolu doğrudan Roma konrolüne geçti. Diocletianus’un yeniden düzenlemesine kadar bu eyaletlerin sınırlarında pek küçük değişiklikler oldu.
Dost ülkeler deyimi, Roma’nın bakış açısı ile yalnızca iç işlerinde özgür olan uydu devletler anlamına geliyordu. Ancak Roma baskısı bölge ve döneme göre veya ilişkilerin durumuna ve imparatorun amacına göre ya da konu devletin durumuna göre farklılıklar gösteriyordu. Bütün Roma bağlaşığı ve dost ülkeler arasındaki tek temel nokta, aslında hiç de eşitlik ve karşılılık’a dayanmayan Roma çıkarları idi. Doğal olarak bu politika Anadolu dışında da yürütülüyordu. Karadeniz’in kuzey kıyısındaki Kırım-Bosphorus Kralı Aspurgos ve Tiberius arasında ilk arkadaşlık anlaşması İS 14 yılında, ikincisi de kısa bir süre sonra imzalanmıştı. “Caisarların Arkadaşı” ünvanı hızla yayılıyordu ve buna “Roma’nın Arkadaşı” ünvanı eklendi ki annesi kraliçe Dynamis bu ünvanı almıştı bile. Çok tanınan bu unvan Roma ile arkadaş-kral arasındaki bir alışverişi ifade ediyordu. Bosphorus hükümdarları böylece imparator ve Roma halkını patronları olarak kabul ediyorlardı. Kral Aspurgos, Roma vatandaşlığı ile ödüllendirilmiş, hatta senato’da bile yer almıştı. Bosphorus hükümdarları yalnızca Roma gücünün vekilleri konumundaydılar. Bu güç baskın ama güvenilmez idi. Dolayısıyla, gönderebilir ya da yerine başkası konabilirdi. Aynen VIII. Mithridates’in yerine 44/45 yılında daha güvenilir görülen kardeşi Cotys’in geçirildiği gibi. Aynı şekilde I. Polemon, Bophorus tahtına Avgustus’un (İÖ 27-İS 14) tavır koymasıyla geçmişti ve kendisi düzeni sağlayamasaydı Bithynia-Sinop’tan bir askeri birlik gönderilecekti.
Avgustus’un iç eyaletlerde başladığı yeniden yapılanma, yönetim yapısını, vergi sistemini hatta hükümdarların kültleri oluşturularak dinsel birimleri etkiledi. İÖ 6 veya 5’de Paphlagonia eyaleti, Galatia eyaletinin bir üyesi oldu, Pontik toprakları dağıtıldı. Avgustus, Kilikia’nın sınır bölgelerini tamamıyla vassallar aracılığına devretti. Avgustus döneminde tüm Anadolu doğrudan Romalı görevliler ya da Roma vassalları tarafından yönetiliyordu. İS 17’de Tiberius, Kapadokia krallığını bağlayarak Kapadokia eyaletini oluşturdu. Aynı dönemde Kommagena Krallığı geçici olarak bağımsızlığını kaybederek Syria eyaletine bağlandı.
Yaklaşık İS 162’de Bithynia-Pontus eyaletine bağlı olan merkezi Pontik kıyıları Galatia eyaletine devredildi. Böylece eyaletlerin oluşumu temel olarak tamamlanmış oldu. Ancak İS 284 yılında Diocletianus tarafından nedeni anlaşılır bir reform daha yapıldı.
Cumhuriyet Dönemi & Mithridates Savaşları
Roma’da Cumhuriyet dönemi, çalışmamız konusu olmaması nedeniyle detaylı olarak incelemeyecek olsak da Caesar (Sezar), Octavianus, Antonius ve hatta Cleopatra’nın birbirine geçmiş yaşamları yanı sıra (Büyük) Pompeius, Crassus ve Cicero gibi önemli kimliklerin bulunduğu bir dönemdir. İç savaşlar ve Roma’nın İtalya dışındaki fetihleri köle ithalatını olağanüstü arttırırken, Romalı yaşamı, Roma yönetiminden daha hızlı değişmeye başladı. Politik çekişme her sistemde olmasına karşın, bu çekişme Roma’da Scipio Africanus gibi büyük Romalıların öldürülmesine kadar vardı. Sosyal düzen çatırdadı. Marius ve Sulla gibi kendi çıkarları peşinde koşanlar zaten zayıflamış yapıyı perişan ettiler. Politikayı şeçkin sınıfın elinde tutmak isteyen üst düzey senatörler ile daha alt sınıflara dayananların arasındaki politik çekişmeler en üst düzeylere vardı.
Bu süreç içindeki diktatörler dönemi, Roma’nın Anadolu’ya daha çok karışmaya ve Mithridates Savaşlarının başladığı zaman dilimine denk düşmesi açısından da bölgemiz tarihi açısından çok önemlidir.
Roma-Pontus Çekişmesi ve Bithynia
Aslında Pontus tanımlaması İÖ 4. yy.’dan önce kayıtlarda geçmemekte ve genel olarak kullanımı ancak Büyük İskender dönemi sonrasında görülmektedir. Büyük İskender’in İÖ 330’da Pers ülkesini ele geçirmesinden önce Pontus, Pers İmparatorluğu’nun bir satrapı tarafından yönetiliyordu. Pontus krallığı’nın kurulması I.Mithridates Ktistes’e ve yaklaşık İÖ 301 yılına bağlanır. Oğlu II.Mithridates, (ölümü yaklaşık İÖ 265) Paphlagonia ve Kuzey Kappadokia’nın kontrolünü ele geçirir. Pontus’un en önemli kralı ise aşağıda göreceğimiz üzere VI. Mithridates Eupator’dur.
Hem Sulla hem Marius, Hannibal’dan sonra Roma’nın en büyük düşmanı ve bir çıban başı olan Pontus kralı Mithridates’e karşı bir zafer kazanmak istiyorlardı. Üçüncü Punic savaşlarında Pers Kralı Darius’un soyundan geldiğini iddia eden Pontus Kralı V.Mithridates Euergetes, (iyiliksever anlamında) son Bergama Kralı III. Attalos’un ölümü sonrası Bergama’nın Roma’ya katılmasına karşı çıkan eski Bergama Kralı II. Eumenes’in gayrı meşru oğlu Aristonikos’un isyanına (İÖ 133-130) karşı Roma’ya yardım etmiş ve karşılığında Büyük Phrygia’nın kendisine verilmesini istemişti. Fakat Bithynia kralı II.Nikomedes Epiphanes (İÖ 149-127) de atası Prusias’ın Magnesia (Manisa) savaşı arifesinde ve tam vaktinde Seleukoslarla olan ittifaktan ayrılıp Roma tarafına geçmiş olmasına, ayrıca kendisinin de Aristonikos ayaklanmasında Roma’ya destek vermiş olmasına dayanarak burayı istiyordu. Her iki adayı da darıltmak istemeyen Aquillius, arttırma yapmaya karar verdi. Pontus kralının hediyesi daha etkili oldu ve Frigya Mithridates’e verildi. Bunu kabul etmeyen Nikomedes, Roma’ya şikayette bulunarak bu kararın onanmamasını istedi. Uzun tartışmalardan sonra tekrar açık arttırma düzenlendi. Her iki kralın Roma’ya gönderdiği elçiler Senato ve sosyal meclis Curia’da avuç avuç altın saçtılar. Tartışmalar Tribün’de (Halk Meclisi) de devam ederken Mithridates Evergetes, Kapadokia kralı Ariarathes Philopator’un ölümüyle meydana gelen anarşiden faydalanarak bu ülkeyi işgal etti. Kralın büyük kızı Laodikeia’yı kendiyle evlenmeye zorladıktan sonra geri çekildi. Böylece Kappadokia üzerinde büyük nüfuz sahibi oldu. Daha sonra da Phrygia’yı işgal etti. Böylece de Bergama, sonunda Roma’ya dahil olunca Asia Eyaleti kuruldu (İÖ 129).
Mithridates Eupator
Pontus Kralı VI. Mithridates Eupator ya da Dionysos, (İÖ 132-63) İÖ 120 yılında daha 11 yaşında, karısının da dahil olduğu yakınları tarafından katledilen babası V. Mithridates Euergetes yerine tahta geçtiğinde iki yüz yaşındaki Pontus krallığı, doğal kaynakları zengin, bir ortaçağ devletine benzer şekilde kentlerin çoğunda kale bulunan bir ülke idi. Kraliyet ailesi Pers kökenli olmasına karşın Pontus, Büyük İskender’in ardıllarından gelen bir Helenistik kültüre sahipti. Ülkede dil Grekçe idi ancak ülke kültürel ve askeri olarak Pers ve doğunun etkisi altındaydı. Mithridates, Sinop’ta büyümüş, Grek kültürü almış ve 15 dil konuşabilecek kadar zeki bir yapıya sahipti. Daha sonra Büyük Mithridates olarak da anıldı.
Ancak iktidarı paylaştığı annesi bir çok kez onu öldürmeye kalkışınca, 14 yaşında dağlara kaçarak yedi sene kendini düşmanları ile başa çıkacak kadar güçlü hissedinceye dek bir avcı gibi yaşadı. Tarihte cesareti, dayanıklılığı, askerlik sanatındaki becerisi ve yemeğe düşkünlüğü ile tanınır. Gözüpek bir binici ve dayanıklı bir içkici idi. Bu güçlü fiziki özellikleri yanı sıra keskin bir zekası vardı. Çevresine Yunanlı edebiyatçıları toplamıştı ve iyi yemek yiyenlerin yanı sıra büyük şairlere ödüller dağıtıyordu. Ancak kendisine tehdit olan ya da öyle görülenlere karşı çok acımasız olması nedeniyle arkadaşları ile arası iyiydi denilemez.
İÖ 111’de Sinop’a dönerek tahtını geri aldı. Güç kullanmayı da öğrenmişti, annesini hapse atarken küçük kardeşini ve onun çocukları ile evlenmiş olan kızkardeşi Laodikeia’yı ölüme mahkum etti. Genç Mithridates’in tahta çıkışı sırasında çevresindeki görüntü pek cesaret verici değildi. Eskiden beri özgür olan Herekleia (Kdz. Ereğli) kenti Eumenes’in Tisum’u Bithynia kralı Prusias’a verdiği zamandan beri Bithynia sınırları içindeydi. Nihayet Roma da Mithridateslerin elde etmek istedikleri Frigya’yı imparatorluğa katmıştı. Roma’nın bir kez aldığı yeri bir daha geri vermemek alışkanlığı herkesçe biliniyordu.
Tahtını sağlama alınca fetih hareketlerine girişti. Euxinos Denizi (Karadeniz) doğu sahilindeki halklara boyun eğdirerek bugün Kırım olarak bilinen bölgeyi ve güney Rusya’yı ele geçirdi. Karadeniz’in bütün kuzey sahiline, Kolkis, Kırım ve Armenia’ya sahip olduktan kısa bir süre sonra Anadolu’nun en güçlü hükümdarı olmuştu ve bu toprakları elinde tutabilmek için güçlü bir donanma kurdu. Kafkaslar ve Bithynia hariç olmak üzere Karadeniz çevresini ya doğrudan ya da bağlaşıkları ile yönetimi altına almıştı. Bu dönemde Anadolu’da, Asia eyaletine bağlı olan bir düzine Grek sitesi ile Toroslar bölgesindeki yarım düzine hanedan hariç bırakıldığı takdirde Roma’nın uydusu şu devletler bulunuyordu: Rodos, Kyzikos, Herakleia Cumhuriyeti, Lidya Cumhuriyet Konfederasyonu, Federal Galatia ve son olarak Kappadokia, Bithynia ve Paflagonia krallıkları.
Bu esnada Bithynia kralı olan II. Nikomedes Epiphanes , (İÖ 149-127) halk tarafından sevilen ve ülkesini büyüten bir kral olarak tanınır. Hellenistik kültür ve sanatının Bithynia’da yerleşmesi yönünde yoğun çaba harcamıştır. Gençliğinde Roma’da eğitim görmüş, ayrıca Atinalılarla sıkı bağlara sahipti. Ülkesini genişletmek yönünde büyük bir tutku içinde olmasına karşın Roma’ya sadık görünmek gibi akıllı bir siyasi vizyonu da vardı. Ancak tahta çıkışında Romalıların gizlice çevirdikleri oyunları da unutamıyordu. Aristonikos ayaklanmasındaki katkısının nankörce karşılık bulmaması, Asia publikenlerinin kendi topraklarından uyruğu insanları kandırarak kaçırmak yönündeki sürekli faaliyetleri, gizli hıncını biliyordu. Roma’ya karşı açılacak savaş cephesine katılabilecek olanaklara sahipti. Krallığı arazi itibarı ile verimli, nüfusça çok kalabalıktı. Egemenliği altında Nikomedia, Nikaia, Prusa, Apamea Prusias (Kios), Khalkedon gibi Anadolu’nun en zengin kentleri bulunuyordu. Bithynia maliyesinin durumu ülke refahının vardığı noktayı gösteryordu. O zamana kadar ancak büyük devletlerde görülen altın Stateres sikkeler Bithynia’da bulunuyordu. Ulusal ordusu, güçlü ve sayıca yüksek sayıda idi. Köken olarak savaşçı Traklardan olan Bithynler, cesur ve amansız atalarının savaşçılık özelliklerini henüz yitirmemişlerdi. Marmara’da da güçlü bir donanması bulunuyordu, gerektiğinde Marmara Boğazları’nı abluka edebilecek kuvvete sahipti. Roma’ya karşı yıllardır sürdürdüğü kinini ortaya koymak için fırsat kolluyordu.
Bu dönemlerde Grek cumhuriyetleri güçten düşmüş durumdaydılar. Ara sıra oynadıkları önemli rollere karşın Roma’nın ağır sultası altında eziliyorlardı. Bithynia krallığı, Herakleia Cumhuriyeti’nin sağında ve solunda yer alan iki ileri nokta Tios (Filyos) ile Kieros’u (Konuralp) gasbetmişti. Herakleia Cumhuriyeti’nin elinde verimli Lykos vadisi ile serfleri Maryandinlerin ekip biçtikleri kıyı bandından başka bir şey kalmamıştı. Herakleia, Roma’nın Asia eyaletinden uzaklığı ve Pontus’la Bithynia’nın rekabetleri sayesinde varlığını koruyabiliyordu. Kyzikos (Erdek-Belkıs) arazisi de aynı şekilde kentin kurulu olduğu yarımada ile Roma sömürgesi ve Bithynia krallığı sınırlarındaki Dolion sahillerinde bulunan birkaç malikaneyi kapsıyordu. Kyzikos’un zengin kurumları vardı. Paflagonia ise Amnios havzası ve kıyıları öteden beri Pontus hükmü altında, batı bölgesinin bazı yerleri de Bithynia krallığı tarafından ele geçirilmiş idi.
Mithridates ve Nikomedes
Roma, Numudia kralı Jugurtha’ya yaptığı uzun ve çetin savaştan kurtulur kurtulmaz (İÖ 106) Germania içlerinden gelerek İllirya, Galya ve İspanya’yı ele geçiren Kimbri tehlikesi ile yüzyüze kalmıştı. İÖ 105’de Manlius ve Cepion’un yenilgileri Roma’yı paniğe düşürmüştü. Felaketi önleyebilmek için cumhuriyetin her yerindeki askerleri ve güvenilen tek general Marius’u acele Roma’ya çağırmışlardı. Bu durum Mithridates Eupator’a babasının yirmibeş yılda beceremediğini yapabilme olanağını sunuyordu. Bir bağlaşık bulmak da o denli zor değildi. Kendisi gibi hırslı olan Bithynia kralı III. Nikomedes böyle bir ittifakı kendisi öneriyordu ve böylece bu gizli ittifak İÖ 105 yılında kuruldu. Bu sırada Anadolu’nun en güçlü devleti, en eski hanedanın yönetimindeki Bithynia Krallığı idi. Rakibi Bergama’nın ortadan kalkmasından sonra daha da güçlenmişti.
Bağlaşıklık kuran Mithridates ile III. Nikomedes Eurgetes (İÖ 127-94), İÖ 104 ilkbaharında Roma korumasındaki Paphlagonia’ya yani Bolu’nun doğusundaki topraklara, biri doğudan diğeri batıdan girdiler ve yerel prensler kaçırtılıp ülkeyi paylaştılar. Bir Roma elçisi, Nikomedes ve Mithridates’i kral Astreodon’u tahta geri oturtmaları için zorlamaya çalıştı. Ancak Mithridates, babasının atalarından miras kaldığını iddia ettiği Galatia’nın bir bölümünü topraklarına kattı. Benzeri bir iddiası olmayan Nikomedes de kukla kral olarak gayrı meşru oğlunu bu ülkenin krallarına ait Pylemenes adını vererek Paphlagonia tahtına oturttu. Eski duruma dönülmesi için gönderilen Roma elçisi, başarılı olamayınca Roma’ya geri döndü.
Konsül Marius’un anlaşma gereği Roma’nın savaş halinde olduğu Kimbrilere (Cimbres) karşı savaşlar için asker isteğini Nikomedes, Roma’nın Asia Eyaleti publicain’lerinin (vergi toplayıcıları) bütün uyruğunu köleleştirerek Roma eyaletlerine kaçırmış olduğundan adamı kalmadığını söyleyerek kabul etmedi. Bunun üzerine Roma Senatosu hiçbir bağlaşık ülke vatandaşının Roma eyaletlerinde köle olarak tutulamayacağına ve praetorların bu kişileri özgür bırakmaları hakkında bir ferman yayınladı. Bu rağmen Nikomedes, Roma’ya meydan okuyan bir hareketle, bağlaşığı ile beraber Galatia üzerine yürüdü. Roma’nın korumasında olan Galatia da Paphlagonia gibi Bithynia ve Pontus krallıkları arasında paylaşıldı.
Bithynia’nın Kappadokia ile İlişkileri
III. Nikomedes, Bithynlerin değişik karakterli kralı olarak tanındı. Halkın desteğini alamadı. İç otoriteyi sağlamak için de dış yardımlara baş vurdu. Pontuslular böylece Bithynia’da söz sahibi olabildiler. Nikomedes’in, kendini Roma’nın rakibi ilan eden Mithridates ile yaptığı antlaşma, yukarıda belirttiğimiz gibi Anadolu’da sınırların değişmesini istemeyen Roma’nın öfkesini çekmiş fakat işgal edilen bölgelerden çekilinmesini istemesine rağmen Marius, Sulla ve Sertorius aralarındaki iç savaşlar nedeniyle engel olmamıştı. Senato, bu duruma gözlerini kapamak zorunda kalmış ancak halkın tepkisini kesmek için de İÖ 103’de Kilikia korsanlarını kesin olarak ortadan kaldırıp, Kilikia eyaletinde esaslı bir düzen kurmaya karar verdi. Roma, Torosların güney eteğinde etkisini güçlendirmekle Pontus ve Bithynia krallarının istila hırslarını ve güneye sarkmalarını kısıtlayacağını sanıyordu. Paflagonia ve Galatia’yı aralarında bölüşen Pontus ve Bithynia krallıklarının sınırları Kappadokia’da kavuşmuşlardı. Her iki kral da Kappadokia’ya göz dikmişti. Aralarındaki birlik sarsılmaya başlamıştı.
Mithridates’ten önce hareket etmiş olmak için günün birinde Nikomedes, birdenbire Kappadokia’yı işgale başladı. Telaşa düşen, çocuk kral VII. Ariarathes Philometor’un annesi ve VI. Mithridates Eupator’un da kız kardeşi aynı zamanda VI. Ariarathes Philopator’un dul eşi olan Kappadokia kral naibi Laodikeia, bir taraftan kardeşinden yardım beklerken, diğer taraftan da Nikomedes’le uzlaşmaya çalıştı. Nihayet onunla anlaştı ve evlendi. Bu Kappadokia’nın Bithynia’ya ilhakı demekti. Bunu öğrenen Mithridates, yeğeninin hakkını koruma iddiası ile büyük bir kuvvetle Kappadokia’ya girdi ve ülkedeki Bithynia garnizonlarını temizleyerek genç yeğeni VII. Ariarathes’i Mazaka’da (Kayseri) tahta oturttu. Nikomedes yeni karısını ve onun kızı Nisa’yı alarak Bithynia’ya çekilmek zorunda kaldı. Bu olay eski müttefik iki kralın arasını iyice bozdu. Ancak bu defa Romalılar güçlü Pontus Kralı’nı dizginlemek için Galatia’da bulunan Romalı Marius’un da etkili olmasıyla Kapadokia kralı genç VII. Ariarathes’e, dayısı Pontus kralına karşı destek verdiler. Bithynia kralı Nikomedes ve onun Primenes adıyla Paflagonia tahtına oturttuğu oğlu Artemes’in yardımlarıyla 80,000 piyade, 10,000 süvari ve çok sayıda harp arabasından oluşan düzenli bir bağlaşık ordu oluşturulmuştu. Bu gücü gören Mithridates, hile yaparak yeğenini harp meydanında konuşmaya çağırdı. Ancak şalvarına sakladığı hançer ile onu öldürdü. Paniğe kapılan ordu dağıldı ve Kappadokia savaşmaksızın ele geçirildi. Ne var ki Mithridates, Kappadokia’yı birden bire krallığına katmaktan çekindi. Nikomedes’in Paflagonia’daki hareketini örnek alarak o da sekiz yaşındaki bir oğlunu İÖ 99’da güya Nisa’nın zehirlemesinden kurtulmuş olan V. Ariarathes’in oğlu Ariarathes IX. Eusebes Philopator olarak tahta oturttu.
Genç prense hayal ürünü atasının adı ve lakabı olan VIII. Ariarathes Eusebes Filopator ismi verildi. Mithridates’in sadık adamı Gordius da yanına naib ilan edildi. Fakat Mithridates’in oğlu tahtta beş veya altı ay oturabildi. Pontuslu memurların baskılarından yılan Kapadokia halkı, son meşru krallarının küçük kardeşini VIII. Ariarathes adıyla tahta çıkardılar. Mithridates bu isyanı kuvvetli bir ordu ile bastırdı ve bir süre sonra da hastalıktan ölecek genç kralı esir aldı. Hanedanın son erkeği de ölünce Kapadokia tahtı için mirasçı kalmamıştı.
Öte yandan Pontus’un Kappadokia’ya yerleşmesinden ve güçlenen Mithridates’in Paflagonia’dan kopardığı yerlere göz koyacağından kaygı duyan Bithynia kralı ihtiyar Nikomedes, bu endişe ile Romalıların kucağına atıldı. Diğer taraftan Mithridates’in kız kardeşi olan eski Kappadokia kraliçesi, daha sonra da Nikomedes’in karısı olan Laodikeia da Roma’ya giderek emsalsiz güzellikte bir çocuk sunarak bunun Ariarathes Epiphanes’den olan üçüncü oğlu, dolayısıyla da Kappadokia tahtının kanuni mirasçısı olduğu iddiasında bulundu.
Roma’daki bu olayları haber alan Mithridates, adamı Gordius’u Roma’ya göndererek durumu kabul ettirmek ve Nikomedes’in Kapadokia üzerindeki iddiasına karşı çıkmalarını sağlamak için tahta çıkardığı çocuğun aslında Ariarathes Epiphanes’in olduğu iddiası ile Romalı senatörlere rüşvet vermeyi denedi. İddiası nedeniyle aynı anda Nikomedes de Roma’ya çağrıldı. Ancak olasılıkla Marius’un mektuplarının da etkisiyle Roma, taraflardan birinin yanında kesin bir tavır almak yerine Mithridates’e Kappadokia’dan, Nikomedes’e de Paphlagonia’dan çıkmasını emretti. Roma o sıralar başka bir yerde meşgul olmadığından askeri harekata geçebilirdi. Bu kesin ültimatoma uyan Nikomedes Paphlagonia’dan, Mithridates de üzerinde hak ettiği Kappadokia’dan çekildi. Böylece her iki kral son sekiz yılda aldıkları yerleri terk ederken işgal altında kalan iki ülke Roma’nın yardımıyla bağımsızlıklarına kavuşmuştu. Özgür kalan Kappadokialı soylular, kendilerine kral olarak eski Pers soylularından Ariobarzanes’i seçtiler (İÖ 95). Kral, Roma dostu anlamındaki Philoromeus gibi anlamlı bir ad aldı. Bu arada Roma, Lucullus Cornelius Sulla’yı görünüşte Mithridates nezdinde elçi, ancak aslında onu izlemek için görevlendirdi.
Bu arada Bithynia hazinesi, Roma’nın bitmeyen istekleri karşısında zayıfladıkça Kral, her defasında halkı ezmeye ve onları yoksullaştırmağa başladı. Askerlerini toplayan III. Nikomedes, Paflagonia’daki liman kenti Amastris’e (Amasra) hücum etti. Yönetiminin ilk on yılını krallığını güçlendirmek ve geliştirmekle geçiren dev yapılı Mithridates Eupator güçlü ordusu ile Roma tarafından IV.Nikomedes’i Aquilius’u Bithynia’da yenerek Roma’nın uydusu haline gelen Bithynia’yı istila etti. Nikomedes, yenilmişti, şimdi Mithridates, özgürlük ve Roma’nın aldığı vergilerin kaldırılacağı sözünü vererek Anadolu’nun içine sarktı. Krateia (Gerede), Bithynium (ya da Bithynion = Bolu Eskihisar) ve Prusias ad Hypium (ya da Prusias pros Hypios = Düzce Konuralp Pontus çizmesi altında kötü günler yaşadı.
Kaynak: F.Yavuz Ulugün- Muhittin Bakan-Tamer Aksoy Bithynia